Translate

21.09.2017

MEZOPOTAMYA ASTROLOJİSİ

MEZOPOTAMYA
  Daha önceki bölümde söz edilenlere dayanarak, en geç İ.Ö. 1800'lerde yıldızların isimlerine kavuşmuş olduğunu ve  insanların yıldızlara tapınmaya devam ettiklerini kesin olarak bilmekteyiz. En parlak üç gezegen olan güneş, ay ve Venüs (güneş ve ay astrolojide günümüzde hala gezegen olarak kabul edilmektedir) Enuma Anu Enlil'in  (İ.Ö. yedinci yüzyıl) sonraları yaptığı kehanet yorumunda önemli bir rol oynamaktadır. [12]
  Orada Enuma Anu Enlil'de belirli tanrıların özelliklerinin gezegenlerin özellikleriyle aynı olduğunu görmekteyiz. Böylelikle, kadim Babil'deki yaşamın ve ışık veren tanrı Shamash'ın (Kutsal Güneş) özellikleri güneşin özelliklerine tekabül etmekte, Tanrı Sin'in genelde güzel olan özellikleri ise ayın özelliklerine tekabül etmektedir. Sevgi tanrıçası ve ana tanrıça, şifacı ve bitkisel yaşamın gelişmesine yardım eden İştar ise Venüs'e tekabül etmektedir.
[13] Ay tanrısının (Sümerde Nanna) kadim dönemde belirgin bir önceliğinin oluşu dikkate değerdir. Bu daha sonra değişmiş, bazı ilahilerde Venüs tanrıçasından (Sümerde İnanna) göklerin kraliçesi olarak söz edilmiş, gökler ve ayaklarının altındaki toprak tarafından taçlandırılmıştır. Bu göklerin kraliçesi Mısır'da Tanrıça İsis olarak, Hıristiyan inancında ise Meryem Ana olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu üçü, baba, anne ve göksel çocuk olarak görülmektedir. Göksel çocuğu olan benzer göksel anne babalar Mısır'da Horus inancından dolayı bilinirken Hıristiyan inancında da varolduğu bilinmektedir.
  Ancak, diğer dört gezegen olan Merkür, Mars, Jüpiter ve Satürn de Enuma Anu Enlil'in kehanetlerinde yer almaktadır. Enuma Eliş'in (İ.Ö. 1500 dolayları) mitlerinin Babil versiyonunda ise Babil tanrısı Marduk panteonun liderliğini ele geçirir. Sonraları, kültür ve bilim filizlendiğinde ise Tanrı Nabu önemli bir pozisyona geçmektedir. Marduk'un özellikleri Jüpiter Gezegeni'ne, Nabu'nunkiler ise Merkür'e atfedilmektedir.
  Gezegen tanrılarının her birinin, Sümer ve Babil kültürleri sürecinde değişen belirli bir tesir alanları vardır, bunlar Enuma Anu Enlil'in astrolojik kehanet yazıtlarında tek formlu bir resme dönüşmektedir.
(Ninive Kralı Asurbanipal'in İ.Ö. 669-626 yılları arasındaki geniş kütüphanesindeki yetmiş kil tablet)
  Yıldız-tanrıların mitleri, bu tanrıların hangi fonksiyonlara sahip olduklarını ve neleri yapmaya muktedir olduklarını da tarif etmektedir. Bu özellikler ve etki alanları oldukça çeşitlidir ve doğal fenomenler; bitkiler, hayvanlar ile sanat, politika veya inançsal alanları kuşatan bir tesire sahiptir. Bu özelliklerin kısa bir özeti şöyle olmaktadır: Güneş hayatı ve aynı zamanda da ölüm ötesiyle birlikte ölüm getiren kuraklığı tezahür ettirir. Ay genel olarak yaşam ve büyüme için yararlıdır; İştar-Venüs akşam güneşi, mücadele olarakta sevgi ve sabah güneşi, Nergal-Mars savaş ve ölüm, Nabu-Merkür bilgi ve bilim, Marduk-Jüpiter manevi ve dünyevi kuralları ve Nimib-Satürn ise zor çalışmaları (bilginlerin yaptığı türden), geçici ve zor olan her şey olarak tezahür eder.[14]

Resim: Babil Kralı Melichipak II.'nin güneş, ay ve Venüs'ün olduğu Kundurru taşı (sınır taşı). W. Knappich'den.
  Gezegen pozisyonlarını temel alan kehanet yorumlamasının Mezopotamya'nın sınırlarının ötesine genişlemesi sürecinde tanrıların isimleri çeşitli kültürlere ve dillere göre uyumlandırılmış ancak özellikleri, çoğu kısmı değişmeden kalmıştır. Böylelikle Yunan çağında "Nergal" "Ares" olmuş, Roma Devri'nde ise "Ares" "Mars"a dönüşmüş, ancak bütün bu dönemler boyunca "savaş ve ölümün yıldız-tanrısı" olma özelliğini hep korumuştur. "İştar" ise "Afrodit", sonra da "Venüs"e dönüşmüş ve Babil dönemindeki savaşçı yanı sonradan kaybolmasına rağmen sevgi ve bitkisel gelişim (horticulture) tanrısı olan yanı her zaman kaybolmadan kalmıştır. "Marduk" "Zeus" olmuş, ardından da Jüpiter'e dönüşmüştür.[15] Gezegen aynı kalmış, onun ihtişamlı-ruhani yönünü temsil eden yükseltilmiş pozisyonu da özünde değişmeden kalmıştır.
  Önce Yunan'a, ardından Roma'ya ait gezegen-tanrılar Avrupa Din Tarihi'ni yaşatmışlar ve günümüze kadar da gelmişlerdir. Yedi günden oluşan hafta kavramı ise Roma Dilleri'nde net olarak izlenebilmektedir ve yedi gezegen tanrısından sonra isimlendirilmiştir. Practicae'de on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda, bu Romalı gezegen-tanrılar genellikle tahta kalıpla basılmış resimler formundaki sembolleriyle ortaya çıkmaktadır. Söz konusu zamanda, gezegenlerin tanrılar tarafından yönetildiği düşüncesi hala mevcuttu.
  On dokuzuncu ve yirminci yüzyılların astrolojisi de tamamen bu tradisyona dahildir. Astrologların büyük çoğunluğu artık yıldız-tanrılardan bahsetmeyip onları insanların içinde varolan güçler olarak anlıyor olsa da; doğanın ve kozmosun tamamında, Babil yıldız dininin oluşturduğu özellikler temel olarak değişmeden kalmış ve günümüze kadar gelmiştir.
  Babil yıldız-kültü, sonraki astrolojinin özü ve arşetipi olmuştur. Söz konusu yıldız-kültü aynı zamanda yedi gezegenin, durağan yıldızların ve takımyıldızlar olarak birleşen durağan yıldız gruplarının da tanrılar olarak sayıldığı bu inançsal-dinsel öze ait olmaktadır. İ.Ö. 1200 yılları civarında, içine kazınmış çeşitli takımyıldız sayılarını gösteren pek çok sınır taşını bilmekteyiz. Tüm gökyüzü takımyıldızlarla kaplıdır ve dolayısıyla yıldız-tanrıların sayısı da belirlenemeyecek kadar çoktur.
  Güneşin yıllık dönüşünün geniş şeridi, her biri 30 derece olan 12 eşit bölüme ayrıldığında net bir düzen ilk defa olarak kurulmuş oldu. Bu bölümler şu anda güneş yörüngesini, zodyak burçları adı verilen net bir sayıya bölmektedir. Bunlara kadim Yunan'da "zodiakos" adı verilirdi. Zodia kelimesi yaşam formu anlamına gelmektedir. Bu da, yaşamın ilahi (yada şeytani) bir varlık olarak saygı gören her bir burca sunulduğunu göstermektedir. Aynı zamanda bu zodyak burçları ve gezegenler kısmen mevsimlere de karşılık gelmektedir.
  Zodyak burçlarının nasıl oluştuğu henüz tamamen açıklanmış değildir. Klasik filolog Franz Boll, burçların sadece takım yıldızlardan ekliptiğe (Dünyanın etrafını dolaşan ve tropiklere değen büyük halka) yapılan aktarımlar olmadığını, ekliptiğin birkaç durağan yıldızdan oluştuğunu ve zodyak burçlarının tamamen tersine, onlara göre çok daha büyük olup; görünen güneş yörüngesinin uzaysal bölünmesi yoluyla ortaya çıktıklarını yakalamıştır.[16] Dolayısıyla zodyak burçları (astronomik açıdan değerlendirildiğinde) güneşin yıllık yörüngesinin yoğun olarak gözlenmesinin sonucudur. 
  Bu, ilkbahar ekinoksu ile başlar, yaz gündönümü, sonbahar ekinoksu ile devam eder ve yine ilkbahar başlangıcında yıllık siklusunu tamamlamış olur, böylelikle orta dört ana nokta çıkar ve bunların her biri zodyağın başlangıç burcunu belirlemektedirler.
  Zodyağın on iki bölüme ayrılışı ilk defa İ.Ö. 419 yılında[17] çiviyazısıyla yazılmış bir kitabede açıklanmıştır. Ancak, güneş yörüngesinin dörde bölünüşünden bu 12 bölüme ayrılmış haline nasıl geldiği bugün güçlükle ortaya çıkarılabilmektedir. Yine de bu gezegenlerin ve astrolojinin iskeletinin Avrupa geleneğinde günümüzdeki haline gelişini sağlamıştır.
  Gezegenlere ve Zodyak burçlarına tanrılar ya da tanrıların evleri olarak tapınıldığı Sümer ve Babil dönemlerinde  göksel cisimlere ilave olarak, astrolojinin bilimsel bir dalı da şekillenmeye başlıyordu; gözlemsel ve hesaplamalı astronomi.
  Bu bilim dalı yalnızca rahiplere özeldi. Tapınakların inşa ediliş şekilleri yalnızca yıldız tanrılara tapınmaya değil, aynı zamanda da görünür göksel cisimlerin hesaplanmasına hizmet ediyordu. Gerçekte bu hesaplama bizim anlayışımızla bilim değildi, daha çok bir dini uygulamaya aitti. Yıldız tanrıların karar verme çalışmalarına hizmet ediyordu; yani savaş mı yoksa barış zamanları mı, hastalık ya da açlık mı yoksa bol ürün mü göndereceklerdi?...
  Enuma Anu Enlil'in kehanet metinleri aynı zamanda gezegenlerin hareketlerini ve onların diğer gezegenlerle oluşturdukları takımyıldızların hesaplanan pozisyonlarını bildirmektedir.
[18] Özellikle korkulan ay ve güneş tutulmalarının zamanları için yapılan önceden tahmin etme çalışmalarının İ.Ö. 747'lere uzandığı biliniyor. [19] Benzer şekilde, gökyüzünün merkezi, Zenit (başucu noktası), kesin olarak doğudan yükseliş ve yükselen şeklinde belirlenebilir.
  Şu andan itibaren astrolojiden bilimsel gözlem ile yıldızlara tanrı olarak tapınmanın birleşiminden oluşan bir anlayış ile söz edebiliriz.
  Bütün detaylar burada açıklanamasa da, gök cisimlerine inançsal bir yaklaşımla tapınılmasının gözlemsel bilime ne kadar bağlı olduğu; astrolojinin aynı zamanda hem din hem de bilim olmak isteği yukarıda anlatılanlardan çok net anlaşılmaktadır. Ve aynı zamanda da Astrolojiyi meydana getiren temel prensibin de altı çizilmiş olmaktadır.
Kozmosun ilahi bir biçimde düzenlendiği ve yönetildiği içsel bir inançtır ve gökyüzünde meydana gelen ve hesaplanabilen her şey, dünyadaki olaylarla gizemli bir şekilde yakından ilişkilidir.
  Mezopotamya astrolojisi, gelişmiş hesaplama yöntemleriyle birlikte, Helenistik Dönem'de tüm Akdeniz Bölgesi'nde hızla yayılmıştır. İ.S. 280 yılında, Babil'li Marduk rahibi Berossos, bir Yunan Adası olan Kos'ta bir astroloji okulu kurdu. Atinalıları önceden bildikleriyle öyle etkilemişti ki, altından dili olan bir küçük heykeli ona ithaf etmişlerdi. [20] Bu süreçte, bireysel doğum astrolojisi popülerlik kazanmıştı. Astrologlar daha önce ülke meseleleri ve doğal olayları gözlemlerken, horoskoplar artık bireyler için de üretiliyordu. Horoskoplar doğum anı için doğum yeri göz önüne alınarak ve bireyin yaşam süreci, eğilimleri ile ilgili bilgi sağlamak amacıyla üretiliyordu. Hala mevcut olduğu bilinen en eski doğum horoskopu daha önce de bahsedildiği gibi İ.Ö.410 yılına uzanmaktadır.
  Özetleyecek olursak; Sümer-Babil astrolojisi net olarak, gök cisimlerine tanrılar olarak tapınılmasının ve insanların kendi yollarını hesaplamasının (yol haritalarını belirlemelerinin) kesin yöntemlerinin çağdaş gelişimidir. Mısır astrolojisinde, gezegenlerin kesin olarak hesaplanmasının daha az önemli olduğunu biliyoruz. Ayrıca  kozmosun inançsal bütünlüğünü ve insanı  temel aldığı da gerçektir ancak daha detaylı bakıldığında astrolojideki diğer yönleri önemsediği görülmektedir.

Hiç yorum yok: